Anime endüstrisi son birkaç yılda önemli ölçüde büyüdü ve bunun sonucunda çok sayıda yeni animasyon serisi üretilmeye başlandı. Her anime sezonunda, Crunchyroll, Disney+, Hulu ve Netflix gibi OTT platformları sayesinde küresel erişim kazanan birçok yeni yapım ortaya çıkıyor. Bu durum Japon animasyon endüstrisi için açık ara en olumlu gelişmelerden biri olsa da, aynı zamanda birtakım yan etkileri de beraberinde getirdi.
Yalnızca en popüler seriler — genellikle shonen ya da isekai türündeki animeler — bu büyümeden tam anlamıyla faydalanabildi çünkü bu türlerin küresel ölçekte daha geniş bir çekiciliği var. Oysa hikâyelerini cesur, rahatsız edici unsurlar üzerine kuran korku türü olumsuz yönde etkilendi. Korku animelerinde rahatsız edici içerikler diğer türlere kıyasla çok daha sık karşımıza çıktığından, birçok izleyici türün tamamını haksız yere “sorunlu” olarak damgalamaya başladı.
Shounen Türünün Hakimiyeti, Korku Animelerini Gömdü
Bir zamanlar korku animelerinde ciddi bir üretim patlaması yaşanmıştı. 1990’ların sonundan 2010’ların ortalarına kadar Higurashi: When They Cry, Shiki, Hell Girl ve Elfen Lied gibi yapımlarla zirveye ulaşmıştı. O dönemde anime stüdyoları yaratıcı riskler almaktan veya tartışmalı sahneler sunmaktan çekinmiyordu. Örneğin Corpse Party: Tortured Souls’da lise öğrencilerinin vahşice öldürüldüğü sahneler yer alıyordu. Yine çok övülen bir korku animesi olan Another’da, bir kızın merdivenden kayarak düşmesi ve şemsiyenin sivri ucunun boğazına saplanmasıyla ölüm sahnesi gösteriliyordu.
Korku animelerindeki en ürkütücü sahneler, sadece sansasyon yaratmak amacıyla eklenmez. Bu sahneler, karakterlerin yaşadığı korkuyu izleyiciye geçirebilmek ve rahatsızlık duygusunu hissettirebilmek içindir. Ancak artık bu tür yapımlar neredeyse talep görmediği için üretimleri azaldı. Shonen ve bitmek bilmeyen isekai türünün popülaritesi, diğer türlerin tek başına ayakta kalmasını zorlaştırdı. Günümüzde korku animeleri, var olabilmek için çoğunlukla shonen, isekai veya fantastik macera alt türleriyle birleştirilmek zorunda kalıyor — Dark Gathering gibi.
Elbette korku türü tamamen ölmedi. Mieruko-chan, Mononoke filmleri ve The Summer Hikaru Died gibi son dönemdeki yapımlar hem hikâye olarak güçlü hem de görsel olarak dikkat çekici oldukları için övgü aldı. Ancak bunlar istisna niteliğinde çünkü çoğu zaman korku animeleri Uzumaki örneğinde olduğu gibi vasat şekilde ele alınıyor. Stüdyolar popüler olacağını bildikleri serilere yatırım yapmayı tercih ediyor ve bu açıdan shonen’e yönelmeleri anlaşılabilir. Yine de iyi yapılmış bir korku animesini takdir edecek bir kitle hâlâ var ve Uzumaki çevresindeki hayal kırıklığı bunu açıkça kanıtlıyor.
Linç Kültürü, Animeleri Karanlık Olmaktan Korkutur Hale Getirdi
Anime endüstrisi son birkaç yılda büyük bir ivme kazandı ve bunun sonucunda çok sayıda yeni animasyon projesi üretilmeye başlandı. Her yeni sezon, küresel ölçekte yankı uyandıran sayısız yapım getiriyor. Crunchyroll, Disney+, Hulu ve Netflix gibi platformlar sayesinde bu erişim kolaylaştı; bu durum Japon animasyon sektörü için büyük bir kazanç olsa da, aynı zamanda yeni bir baskı ortamı doğurdu.
Yalnızca en popüler türler — genellikle shonen ya da isekai — bu büyümeden tam anlamıyla faydalanabildi. Cesur anlatımların ön planda olduğu korku türü ise bu süreçte kaybeden tarafta kaldı. Çünkü bu tür, doğası gereği “rahatsız edici” sahneler içerdiği için sık sık eleştirilere maruz kalıyor ve bu da tüm türün yanlış anlaşılmasına yol açıyor.
Günümüzde her şey mercek altında. Hemen her yeni anime, X (eski adıyla Twitter) ya da Reddit forumlarında tartışma konusu oluyor. Büyük bir kitle bir yapımı “iptal” etmeye karar verirse, bu durum uzun vadede ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Yapımcılar da bunun farkında ve hiçbir stüdyo “iptal edilme” riski taşıyan bir işe imza atmak istemiyor. Bu nedenle akıllara şu soru geliyor: Stüdyolar, özellikle uluslararası izleyicilerin tepkisinden çekindikleri için mi daha “hafif temalı” animeleri tercih ediyor? Bu korkular yerinde, çünkü endüstrinin elde ettiği gelirlerin büyük kısmı artık yurt dışı pazarına bağlı.
Ayrıca bu türdeki ilgisizlik de büyük bir sorun. Birçok anime izleyicisi olgun içerikler izlemek istediklerini söylese de Attack on Titan, Chainsaw Man veya Hell’s Paradise gibi yapımları “karanlık” olarak görmelerine rağmen, bu seriler aslında tam anlamıyla korku değildir ve Elfen Lied gibi eski yapımların taşıdığı olgun temalara da sahip değildir. İlginçtir ki aynı kitleler, sıradan isekai ve birbirinin kopyası shonen serilerine saatler harcayabiliyor. Zaman zaman çıkan birkaç korku animesine ise çoğu hiç ilgi göstermiyor.
Sonuç olarak bu düşüşün tek bir suçlusu yok. İzleyici alışkanlıkları, sektör eğilimleri ve değişen beklentiler, birlikte bu tabloyu oluşturuyor.
Stüdyoları, izleyicinin talep ettiği türde içerik ürettikleri için suçlamak doğru olmaz; nihayetinde kâr elde etmek zorundalar. Yeni anime izleyicilerini de yargılamak anlamsız çünkü shonen ve isekai serileri, korku gibi niş türlere kıyasla çok daha kolay takip ediliyor ve geniş kitlelere hitap ediyor. Ancak asıl zararı, korku türünün gerçek hayranları görüyor — aynı eski yapımları tekrar tekrar izleyerek bu eksikliği kapatmaya çalışanlar. Bu durumda stüdyoların yapabileceği en az şey, ürettikleri az sayıdaki korku animesini Uzumaki veya Junji Ito Maniac: Japanese Tales of the Macabre gibi başarısız örneklerde olduğu gibi özensiz değil, daha titiz şekilde hayata geçirmek olmalı.


