Güney Kore sineması, son yıllarda Parazit ve Squid Game gibi yapımlarla dünya genelinde büyük beğeni topladı. Oysa ülkenin sineması, on yıllardır yaratıcı ve ilgi çekici eserler ortaya koyuyor. En iyi Güney Kore filmleri genellikle karanlık veya şiddet dolu olup aksiyon ve bilim kurgu türlerine yönelse de ülke, birçok başarılı komedi filmi de üretmiştir. Bu komediler; hicivden romantik komediye, içten komedi-dramlardan kahkaha dolu toplumsal eleştirilere kadar uzanan geniş bir yelpazeye sahiptir.
Her zaman dil açısından çevrilmesi zor espriler bulunsa da, aşağıdaki filmler uluslararası izleyiciler için oldukça erişilebilirdir. İster yaşlı bir büyükanne büyülü bir şekilde gençliğine dönsün, ister bir dolandırıcı kendini süper kahraman gibi tanıtsın, bu filmler komedi türüne taze ve farklı bir bakış açısı sunuyor. İşte en iyi Güney Kore komedi filmlerinden on tanesi:
Scandal Makers
Scandal Makers, genç yaşta ünlü olup sonrasında popüler bir radyo DJ’ine dönüşen Nam Hyeon-soo’nun (Cha Tae-hyun) hayatını konu alır. Hyeon-soo’nun düzeni, genç bir kadının (Park Bo-young) kapısına gelip kendisinin kızı, yanındaki çocuğun da torunu olduğunu iddia etmesiyle altüst olur. Hyeon-soo, aniden kendini bir baba ve dede olarak bulur. Bu durumu kamuoyundan gizlemeye çalışırken komik olaylar yaşanır. Hyeon-soo, bu beklenmedik dede rolüne alışmaya çalışırken, özellikle kamusal imajını yeni sorumluluklarıyla dengelemeye çalıştıkça mizahi anlar ortaya çıkar.
Film, Hyeon-soo’nun kızı ve torunuyla kurduğu ilişkilerde duygusal yönünü açığa çıkararak mizah ve içtenliği bir araya getiren bir anlatı sunar. Üstelik, komedinin büyük bir kısmı, onun bu yeni rolüyle kamusal imajını koruma çabalarından kaynaklanır. “Eski çapkın adamın istemeden ebeveynliğe geçişi” klişesinin başarılı bir örneği olan film, Cha’nın soğukkanlı ve karizmatik performansıyla güçlenir ve enerjik bir müzikal finalle son bulur.
A Man Who Was Superman
A Man Who Was Superman, alaycı bir belgesel yapımcısı olan Song Soo-jung’un (Jun Ji-hyun), kendini Superman sanan Lee Hyun-suk (Hwang Jung-min) ile karşılaşmasını anlatır. Bu Superman’in süper güçleri yoktur, ancak kendine has, bazen de komik yollarla insanlara yardım etmeye çalışır. Soo-jung, onun bu garip davranışlarını kaydederken, adamın Superman olduğunu sanmasının geçmişte yaşadığı travmatik bir olaydan kaynaklandığını keşfeder. Başlangıçta bir mockumentary olarak başlayan hikâye, yavaş yavaş umut ve iyileşme üzerine dokunaklı bir öyküye dönüşür.
Film, absürt komedi ile duygusal anları harmanlayarak, zaman zaman mizahi, zaman zaman düşündürücü bir ton yakalar. İlk başta hafif bir tonda ilerleyen film, ilerledikçe Güney Kore toplumuna dair derin bir yoruma dönüşür. Üçüncü perdedeki bazı sahneler şaşırtıcı derecede duygusallık içerirken, Hwang bu sahnelerde etkileyici bir performans sergiler. Film aynı zamanda “Büyük demir kapıları açan şey güç değildir, küçük bir anahtardır” gibi unutulmaz repliklerle dikkat çeker.
Miss Granny
Miss Granny, 74 yaşındaki Oh Mal-soon’un (Shim Eun-kyung) gizemli bir fotoğraf stüdyosunu ziyaret ettikten sonra kendini 20 yaşında bulmasını konu alır. Gençleşen Oh Mal-soon, Oh Doo-ri adını alır ve yarım kalan hayatını yaşamaya, özellikle de şarkıcı olma hayalini gerçekleştirmeye karar verir. Ancak bu yeni hayatında kimliğini gizli tutmak zorundadır ve ailesiyle beklenmedik şekillerde yeniden bağ kurar. Film, yaşlanma, aile ve ikinci şanslar gibi temaları ele alarak komediyi duygusal bir anlatıyla birleştirir.
Miss Granny, absürt ama zekice kurgulanmış hikâyesi ve içten anlatımıyla Güney Kore’de büyük bir gişe başarısı elde etti (sadece 3,2 milyon dolarlık bütçeye karşılık 58 milyon dolar hasılat yaptı). Film, uluslararası birçok yeniden yapımın da temelini attı ve şu anda bir Amerikan versiyonu geliştirilme aşamasında.
Going by the Book
Bu aksiyon komedisinde, aşırı titiz ve dürüst bir trafik polisi olan Jeong Do-man (Jung Jae-young), polis eğitimi tatbikatında bir banka soyguncusu rolü oynamakla görevlendirilir. Ancak basit bir simülasyon olarak başlaması gereken tatbikat, Jeong’un rolüne aşırı ciddiyetle yaklaşmasıyla kontrolden çıkar ve gerçek bir rehine krizine dönüşür. Film, hukuki düzen ve bürokrasiye yönelik hicivsel bir eleştiri sunar.
Jeong’un kurallara sıkı sıkıya bağlılığı, bu soygun simülasyonunu tamamen kontrolden çıkararak polisiye türüne farklı bir dokunuş kazandırır. Kurallara bağlı kalmanın absürtlüğünü vurgulayan film, Jeong’un banka soygunu yaparken gösterdiği titizlik ve kararlılığıyla öne çıkar ve son derece komik, kaotik durumlar yaratır.
My Annoying Brother
Bu komedi-dram, trajik bir kaza sonucu görme yetisini kaybeden judo sporcusu Doo-young (Doh Kyung-soo) ile hapisten şartlı tahliye edilen ağabeyi Doo-shik’in (Jo Jung-suk) yeniden bağlantı kurma çabasını anlatır. Başta çatışmalı bir ilişkileri olan iki kardeş, zamanla aralarında sıcak bir bağ geliştirir ve beklenmedik komik anlar yaşanır.
Film, komediyle başladığı yolculuğunu duygusal bir tona taşıyarak izleyiciyi derinden etkiler. Doo-young rolündeki Doh Kyung-soo, Exo grubunun bir üyesi olarak şarkıcılığıyla bilinirken, burada geçirdiği trajik kazayla hayatı değişen bir sporcu olarak başarılı bir performans sergiler. Bu performansıyla Güney Kore’de birçok ödül kazanmış, bunlar arasında En İyi Yeni Oyuncu ödülü de bulunmaktadır.
I Can Speak
Gerçek olaylardan esinlenen bu komedi-drama, sürekli şikayetleriyle tanınan yaşlı Na Ok-boon (Na Moon-hee) ile genç bir memur olan Park Min-jae (Lee Je-hoon) arasındaki dostluğu konu alır. Na Ok-boon, Min-jae’nin İngilizce bildiğini öğrenince ondan dil öğrenmek ister. Ancak hikâye derinleştikçe, Na Ok-boon’un Japon işgali sırasında “rahatlık kadını” olarak yaşadığı travmatik geçmiş ortaya çıkar.
Film, cesaret ve dil engellerini aşma temalarını işlerken zor bir tarihi konuyu da duyarlı bir şekilde ele alır. Akıllıca yazılmış senaryosu, etkileyici sinematografisi ve güçlü oyunculuklarıyla I Can Speak, birçok Kore film ödülüne layık görülmüştür.
Hello Ghost
Hello Ghost, başarısız bir intihar girişiminden sonra hayaletler görmeye başlayan ve bu hayaletlerin son isteklerini yerine getirmeye çalışan Sang-man’ın (Cha Tae-hyun) hikâyesini anlatır. Her hayaletin kendine has bir kişiliği vardır ve Sang-man bu ruhları memnun etmeye çalışırken bir dizi tuhaf ve dokunaklı macera yaşar. Hayaletlerle olan zoraki etkileşimleri sırasında Sang-man, hayat, aşk ve ailenin önemi hakkında değerli dersler öğrenir.
Doğaüstü öğelerle süslenmiş bu komedi, Cha Tae-hyun’un bir kez daha başarılı bir performans sergilediği bir film olarak öne çıkar. Film, her bir hayaletin hikâyesine odaklanan küçük bölümler halinde ilerler ve bu bölümler, sonunda duygusal bir zirveyle ustaca birleşir. Filmin Amerikan versiyonu planlanmış olsa da şu ana kadar gerçekleştirilmemiştir.
Midnight Runners
Midnight Runners, polis akademisinde eğitim gören Ki-joon (Park Seo-joon) ve Hee-yeol (Kang Ha-neul) adındaki iki öğrencinin, bir kaçırılma olayına tanık olmaları ve yetkililerin yavaş tepki vermesi üzerine duruma el atmalarını konu alır. İkilinin deneyimsizliği ve beceriksiz suçla mücadele girişimleri, bir dizi komik olaya yol açar; ancak kurbanı kurtarma konusundaki kararlılıkları filmin duygusal yanını oluşturur.
Film, buddy-cop komedilerinin eğlenceli bir örneği olup, bol aksiyon sahneleri ve ana karakterler arasındaki uyumlu dinamiğiyle öne çıkar. Senaryosu çok orijinal olmasa da, iyi işlenmiş ve gülme garantili anlar sunar.
Miracle in Cell No. 7
Miracle in Cell No. 7, işlemediği bir suçtan hapse atılan zihinsel engelli Yong-gu’nun (Ryu Seung-ryong) ve hapiste edindiği arkadaşlarıyla olan ilişkisini anlatır. Bu arkadaşlar, küçük kızı Ye-sung’u (Kal So-won) hapishaneye kaçırarak onu babasıyla bir araya getirir. Kötü koşullara rağmen, hücre arkadaşları arasında bir aile bağı oluşur ve bu bağlar, sevinç ve kahkaha dolu anlar yaratır.
Film, dram ve komedi unsurlarını ustaca birleştirerek izleyicilere hem gülme hem de ağlama fırsatı sunar.
Save the Green Planet!
Save the Green Planet!, dünyayı yok etmeye çalışan uzaylılarla mücadele ettiğine inanan Byeong-gu (Shin Ha-kyun) adında bir adamın hikayesini anlatır. Byeong-gu, eski patronunun bir uzaylı lideri olduğuna inanır ve onu kaçırarak itiraf elde etmeye çalışır. Bu, gittikçe daha tuhaf ve şiddet dolu olaylara yol açar. Film, karanlık bir komedi olup bilim kurgu ve gerilim unsurlarını bir araya getirir.
Gerçek dünyadaki Kore işçi hareketleri ve faşizm karşıtı direniş gibi konulara değinmesiyle derinlik kazanan bu film, sadece absürt bir hikaye değil, aynı zamanda anlamlı bir toplumsal eleştiridir. Martin Scorsese ve Ari Aster gibi yönetmenler tarafından büyük övgüler alan film, Güney Kore’nin en sıra dışı yapımlarından biri olarak kabul edilir.