1990’lar, özellikle Türkiye’de anime için dönüm noktası olan bir on yıldı. Bu dönem, anime kültürünün daha yaygın hale geldiği ve Toonami gibi program blokları sayesinde Japon yapımlarının Türk çocuklarıyla buluştuğu bir çağdı. Elbette, 90’larda Türkiye’ye getirilen tüm animeler aile dostu değildi—ama işte tam da bu yüzden bazıları efsaneleşti.
Bu dönem, özellikle Türk izleyiciler için, animasyonun sadece çocuklara yönelik olmadığını kanıtlayan yapımlarla doluydu. Çocuklar veya gençler için tasarlanmayan bu yapımlar, Walt Disney’i bile utandıracak sahnelerle doluydu. Yetişkin izleyiciler için hazırlanmış olsalar da, birçok çocuk bir şekilde bu sert animeleri izlemeyi başardı—ve buna kesinlikle değdi!
Ninja Scroll

Döneminin en sert anime filmlerinden biri olan Ninja Scroll, 90’ların acımasız ve vahşi anime aksiyonunu en iyi şekilde yansıtan yapımlardan biriydi. Tarihi Japon figürlerinin kurgusal versiyonlarını içeren film, altın peşinde koşan bir gezgin kılıç ustasını, doğaüstü güçlere sahip ninja iblisleriyle karşı karşıya getiriyordu. Türk izleyiciler için filmin animasyonu eşi benzeri görülmemiş bir deneyimdi: Akıcı, stil sahibi ve fazlasıyla etkileyici.
Görselliği ne kadar büyüleyiciyse, Ninja Scroll aynı zamanda yetişkinlere yönelik içeriğiyle bir o kadar sarsıcıydı. Kanlı savaş sahneleri ve cüretkar unsurlar barındıran film, Disney’in masum dünyasından çok, sert bir Hollywood aksiyon filmi gibi hissettiriyordu. Yine de Türkiye’de gösterime girdiğinde birçok kişi izledi—ama bu “çizgi film” ebeveynlerin sandığından çok daha fazlasını içeriyordu.
Evangelion

Neon Genesis Evangelion, mecha anime türünde devrim yaratan bir yapımdı ve bıraktığı etki anime dünyasını derinden sarstı. Seri, devasa “robotların” düşman Meleklerle savaştığı bir dünyayı konu alıyordu, ancak bu robotları yönetenler, özgüvensiz Shinji Ikari gibi genç pilotlardı. Bu da Evangelion’u sadece bir aksiyon serisi olmaktan çıkarıp, psikolojik derinliği olan bir dramaya dönüştürdü—özellikle son iki bölüm geldiğinde işler iyice karıştı.
Her ne kadar stil sahibi ve etkileyici bir görselliğe sahip olsa da, Neon Genesis Evangelion, Transformers gibi Batı menşeli çizgi filmlere benzediği kadar çocuklara yönelik değildi. Özellikle End of Evangelion filmi, hastane sahnesiyle hafızalara kazınan rahatsız edici bir başlangıç yaparak serinin yetişkinlere yönelik olduğunu açıkça ortaya koydu. Yine de, derin hikâye anlatımı ve dini sembollerle dolu yapısı, genç izleyiciler için bile kaçırılması zor bir cazibe merkezi hâline geldi.
Berserk

Kentaro Miura’nın aynı adlı efsanevi mangasından uyarlanan 1997 yapımı Berserk, bu kült serinin ilk anime uyarlaması oldu. Mangadan uyarlanan ilk birkaç cildi temel alan seri, kılıç ustası Guts’un acımasız maceralarını anlatıyor ve bu karanlık destanı bugüne kadar eşi benzeri görülmemiş bir şekilde ekrana taşıyordu.
1997 yapımı Berserk, muhtemelen serinin en başarılı uyarlaması olarak kabul ediliyor ve kötü şöhretli 2016 versiyonundan çok daha üstün bir iş ortaya koyuyor. Ancak, eğlenceli bir macera arayan çocuk izleyiciler burada beklediklerinden fazlasını buldu. Anime, manga kadar kanlı savaş sahneleri, çıplaklık içeren sahneler ve ağır temalarla doluydu. Aile dostu bir şey arayanlar için Dragon Ball çok daha güvenli bir seçenek olabilirdi.
Serial Experiments Lain

1998’de yayınlanan Serial Experiments Lain, dönemin yetişkinlere yönelik animelerinin giderek daha sürreal bir hale geldiğini gözler önüne serdi. Hikâye, Lain Iwakura’nın The Wired adlı sanal dünyaya giderek daha fazla dalmasıyla yalnızlık ve izolasyon gibi kavramları ele alıyor. Lain, gerçeğin ve kimliğinin doğasını sorgularken, anime de felsefi derinliği ve yoruma açık yapısıyla izleyiciyi düşündürmeye itiyor.
Seride özellikle rahatsız edici unsurlar fazlaca yer almasa da, Serial Experiments Lain kasvetli, karanlık ve oldukça içe dönük bir atmosfere sahip. Onu izleyen çocuklar için muhtemelen fazlasıyla rahatsız edici bir deneyimdi. Hatta serinin gerçeküstü ve avangart yapısı, yetişkin izleyiciler için bile kolay sindirilebilir değildi. Japon ve Türk izleyiciler arasında farklı tepkilerle karşılanan yapım, zaman içinde kült bir klasik haline geldi. Ancak bu yeni popülarite, ilkokul çağındaki izleyicilerden pek gelmiyor.
Now and Then, Here and There

Now and Then, Here and There ilk bakışta dönemin macera ve aksiyon animeleriyle benzer bir görselliğe sahipti. Ancak bu yapım, modern isekai türüne ilham veren erken dönem serilerden biriydi. That Time I Got Reincarnated as a Slime ve The Rising of the Shield Hero gibi günümüz isekai animelerini sevenler için cazip gelebilir. Yine de, alışılmış isekai kalıplarını kullanarak inşa ettiği dünya, yetişkinler için bile fazlasıyla karanlık bir hikâyeye dönüşüyordu.
Bugüne kadar yapılmış en sert isekai serilerinden biri olan Now and Then, Here and There, çocuk askerlerden zorla doğuma kadar son derece rahatsız edici konuları işliyordu. Genç karakter kadrosu, bazı izleyicileri bunun bir çocuk yapımı olduğuna inandırmış olabilir—ama bundan daha büyük bir yanılgı olamazdı. 90’ların sonlarında çıkan bu anime, o dönemin en karanlık yapımlarından biri olarak iz bırakmayı başardı.
Blue Gender

Blue Gender, Batı’da animenin yükselen popülaritesinin bir yansımasıydı. Dragon Ball Z’den sonra Funimation tarafından ABD’ye getirilen ilk animelerden biri olan seri, insanlığı yok oluşun eşiğine getiren böcek benzeri yaratıkların kol gezdiği karanlık bir gelecekte geçiyordu. Şiddet ve cinsellik dolu sahneleriyle sert bir mecha serisi olan Blue Gender, Toonami’de yayınlanabilmesi için ciddi sansürlere maruz kaldı.
Ancak yapılan kesintilere rağmen, Blue Gender çocuklar için hâlâ fazla sertti—bu, izlemelerini engellemediği gibi daha da cazip hale getirdi. New Mobile Report Gundam Wing gibi serilere kıyasla çok daha acımasız bir tona sahip olması, genç izleyicileri kendine çekmiş olabilir. Daha sonra Sci-Fi Channel’da sansürsüz haliyle yayınlanan anime, kesinlikle Buzz Lightyear of Star Command tarzı bir yapım bekleyen çocuklar için hiç uygun değildi.
Battle Angel

Japonya’da Gunnm olarak bilinen Battle Angel, 1993 yılında çıkan ve Battle Angel Alita mangasından uyarlanan bir OVA serisiydi. Anime tarihinin en önemli siberpunk yapımlarından biri olarak kabul edilen bu seri, manganın ilk ciltlerini kabaca yeniden anlatan iki bölümden oluşuyordu. Hikâye, Gally’nin (Alita) ilk düşmanlarını edinmesini ve trajik bir karakter olan Yugo’ya aşık olmasını konu alıyordu—tıpkı 2019’daki canlı aksiyon filminde olduğu gibi.
Battle Angel’daki Alita, 90’ların asi ve havalı karakterlerinden biri olarak dikkat çekiyordu, ancak bu, aslında çocukların izlememesi gereken sert seriye olan ilgiyi de artırdı. Bolca kanlı sibernetik savaş sahnesine sahip olan yapım, karanlık bilim kurgu animelerinin beklentilerini fazlasıyla karşılıyordu. Ne yazık ki anime hiçbir zaman tamamlanmadı; manga yaratıcıları, bu uyarlamaya bir yan proje olarak yaklaştıkları için seriye devam edilmedi.
Jin-Roh

Kerberos Panzer Cop mangasından uyarlanan Jin-Roh: The Wolf Brigade, karanlık ve neredeyse tamamen distopik bir bilim kurgu şaheseriydi. Hikâye, Nazi Almanyası’nın II. Dünya Savaşı’nı kazandığı alternatif bir Japonya’da geçiyordu. Ana karakter Kazuki, hükümete karşı savaşan şiddet yanlısı solcu ayrılıkçılarla çatışmaya giren özel polis birliğinin bir üyesiydi.
Jin-Roh, askeri işgalin acımasız gerçeklerini gözler önüne sererken, şiddet içeren siyasi grupların birbirleriyle nasıl hesaplaştığını da inceliyordu. Kaybediş ve umutsuzluk, bu karanlık politik animenin temel taşlarını oluşturuyordu. Maskeli, silahlı askerler sayesinde anime ilk bakışta çocuklara çekici gelmiş olabilir, ancak izleyenleri umutsuzlukla dolu, merhametsiz bir dünyaya sürüklüyordu.
Genocyber

1994 yapımı 5 bölümlük bir OVA olan Genocyber, tamamlanmamış bir karanlık siberpunk mangasına dayanıyordu. Hikâye, Genocyber olarak bilinen canlı bir silaha dönüştürülen genç bir kızın etrafında şekilleniyordu. Travmatik bir kaybın ardından, sibernetik güçlerini serbest bırakarak önüne çıkan herkesi yok eden acımasız bir öfke patlamasına sürükleniyordu.
Kaynak materyalinin eksikliği nedeniyle, Genocyber derinlikten çok görselliğe odaklanan bir animeydi. Muhteşem aksiyon sahneleriyle dikkat çekse de, dağınık ve odaklanmamış hikâyesi bu görkemin gölgesinde kalıyordu. Yine de, 90’ların en karanlık ve sert animelerinden biri olarak hatırlanıyor. Çocuklar için kesinlikle uygun olmasa da, vahşi tarzı ve çarpıcı sahneleri onu onlar için bile “havalı” kılıyordu.
Cyber City

1980’ler ve 1990’ların birçok OVA animesi, siberpunk türüyle iç içe geçmiş, stil sahibi ve karizmatik bir atmosfere sahipti. Ghost in the Shell serisi bu türü zirveye taşısa da, ondan önce birçok siberpunk anime vardı. Bunlardan biri de Cyber City Oedo 808 idi. Bu seri, cezalarını azaltmak için suçluları avlamaya zorlanan üç azılı mahkûmun, sert ama göz alıcı bir gelecekte verdiği mücadeleyi konu alıyordu.
Cyber City Oedo 808, tarihin en kötü İngilizce dublajlarından biriyle ün kazandı. Japonca senaryodan tamamen kopuk ve kötü oynanmış repliklerle doluydu. Özellikle vampirlerle ilgili “ikonik” bir replik, anime dublajlarının bir zamanlar ne kadar başarısız olabileceğinin en büyük kanıtlarından biri oldu. Maskeli sibernetik kahramanların havalı görünümü çocukları cezbetse de, ebeveynler bu karakterlerin yaptığı ve söylediği şeyleri duyduklarında muhtemelen büyük bir şaşkınlık yaşamışlardır.